BİFO’nun yeni sezonu üzerine bir röportaj

Alain Matalon ile Zeynep Hamedi, Ahmet Erenli, Sascha Goetzel
18 Eylül 2015
• HABER

Alain Matalon: Yeni sezon ile ilgili ilk Ahmet Erenli’ye sormak istiyorum. Programa baktım. Çok heyecanlı bir sezon olacağa benziyor. Ama ilk olarak Philip Glass’ın İki Piyano İçin Konçerto’su ile başlamak istiyorum. Borusan Sanat da Glass’a bu eseri sipariş eden kurumlar arasında. Bu nasıl gerçekleşti?

Ahmet Erenli: Aslında Gürer Aykal Labèque kardeşlerin bir konserinde şeflik yapmıştı. Konser sonrası yemek yerken bu eserden söz açıldı. Birden bizim de 2015-2016 sezonu için Amerika temalı bir programımız olduğunu hatırlayınca neden olmasın dedik. Sayın Aykal modern müzik konusunda biraz tereddütlü olmasına rağmen Glass’a çok saygı duyar. O da evet deyince biz de Borusan Sanat olarak bu konçertonun siparişçilerinden biri olduk.

AM: Tabii bu aynı zamanda BİFO’nun adını yurtdışında daha çok tanıtma projesinin de bir parçası.

AE: Tabii ki. Çok önemli bir olay.

Ahmet Erenli

AM: Konçerto henüz sadece bir defa çalındı, değil mi?

AE: Evet. Los Angeles’ta Dudamel şefliğinde dünya prömiyeri oldu. Bu ikinci olacak.

AM: Yeni sezonda Amerika temalı bir programınız var. Bunun özel bir sebebi var mı?

AE: Sürekli yeni bir şeyler deniyoruz. Amerikan klasik müziği Türkiye’de pek sıklıkla sergilenen bir müzik değil. Biz de tam bu sebeple yapmak istedik.

Sascha Goetzel: Amerika’nın çok genç bir klasik müzik kültürü var. Türkiye’ninkinden en fazla 50-60 yıl daha eski. Ve bana göre Türkiye ileride 50-60 sene öncesinin Amerika’sına benzeyecek bir müziksel gelişim süreci yaşıyor. Biz de dinleyicilere Amerikalıların kendi kültürlerinden nasıl besteler çıkardıklarını, nasıl müzikler icat ettiklerini göstermek istiyoruz. Bu açıdan bu proje bizce çok değerli. Her sene dinleyicilere yeni ve heyecanlı bir şeyler sunmaya gayret ediyoruz. Mesela bu sezon çalacağımız eserlerin birçoğu Türkiye’de daha önce hiç çalınmadı. Dinleyicilerimizin bir kısmı standart klasik müzik repertuvarından eserler duymak istiyorlar ve onlara bunu veriyoruz. Ama bunun yanında her sene onlara yeni müzikler de sunuyoruz –ki bu yeni dediğimiz eserler zaten artık yurtdışında düzenli bir şekilde çalınıyor, dinleniyor.

Sascha Goetzel

AM: Ben bir müziksever olarak bu kadar yenilikçi bir program görmekten çok mutluyum. Ama bunun İstanbul dinleyicisini yabancılaştırma riski de yok mu? Risk almak tabii iyi bir şey ama.

SG: Kesinlikle. Biz de onu yapmaya çalışıyoruz. Eğer bir konsere gelen olmazsa ne yapalım der, çalmaya devam ederiz. Ama eğer risk almazsak neler yapabileceğimizi de göremeyiz. O yüzden Ahmet Erenli ve ben senede bir iki risk almakta sakınca görmüyoruz. Şimdiye kadar dinleyicilerimiz de bizi yanıltmadı. Tamamen avangard müzikten oluşan konserimiz bile doluydu.

AE: Yanılmıyorsam en büyük hayal kırıklığımız iki sene önceydi. Beethoven’ın Missa Solemnis’ini programlamıştık. Yurtdışından harika bir koro getirdik, müzik zaten çok güzeldi ama insanlar gelmedi. Tabii geldiler, ama bizim normal konserlerimize göre daha az dinleyici vardı ve bu da bir İstanbul prömiyeriydi. Tabii Beethoven’ın 9. Senfoni’sini programlasak salon ağzına kadar dolu olurdu.

Zeynep Hamedi: Bu program bizi de heyecanlandırıyor. Ekibimiz ve şefimizle birlikte her sezonu bir öncekinden daha farklı, daha yeni kılmak için titizlikle çalışıyor ve sonucunda böyle programlar ortaya çıkıyor. Sascha’nın da dediği gibi seyircimizi yeni müziklerle tanıştırmak için gerektiğinde riskler de alıyoruz ve bunun gerekli olduğunu düşünüyoruz. İzleyicilerimizden gördüğüm kadarıyla da bu yaklaşımımız istediğimiz sonucu veriyor. Bu yıla bakarsak, gerçekten öncekilerden çok daha heyecan verici, renkli ve kalabalık bir programımız var. Her sezon mutlaka programda olmasına özen gösterdiğimiz prömiyerler, farklı dönemlerin bestecilerinin yapıtları bu sezon da mevcut. Dünya orkestralarının repertuvarlarına girmiş, ama Türkiye’de seslendirilmemiş yapıtlara yer vermek bizim için en az yeni yapıtları seslendirmek kadar önemli. Ama bu sezon programımızın en heyecan verici kısmı bence Batı Yakasının Hikâyesi adlı Amerika ve Amerikan müziği temalı etkinliğimiz. Aralık ayı onunla bir festival havasında geçecek ve dinleyicilerimiz dünya çapında müzisyenler ve tarz olarak büyük farklılıkları içinde barındıran bir programla klasik müziğin tadını çıkaracak. Bu programla çıtamız, her sezon olduğu gibi, biraz daha yükseliyor. Böyle de devam etmeye kararlıyız.

AM: Programdaki bir başka heyecan verici gece Penderecki’nin kendi yapıtlarını yönettiği konser olacak.

AE: Penderecki’yi ilk dinlediğimde yanılmıyorsam 1987 senesiydi. Leh Requiem’i seslendirilecekti. Besteci kendi yapıtlarını yönetiyordu. Kapasitesi 5000 kişilik olmasına rağmen salon neredeyse tamamen bomboştu. Galiba salonu doldurmaları için askerleri çağırmışlardı. Konserde ara da yoktu. Herhalde iki saat boyunca bir hayli acı çekmişlerdir.

SG: Penderecki’yi burada görmekten çok büyük bir onur duyacağız. Ben kendisini Finlandiya’dan tanıyorum. Gerçekten çok kendine özgü bir karakter.

AM: Eminim salon dolup taşacaktır.

SG: Göreceğiz, bunlar çok önemli konserler. Çünkü sadece Çaykovski, Mozart, Brahms çalarsak nereye gideceğiz? Hep birlikte nereye hareket edeceğiz? Biz her zaman hareket halinde olmak ve çok bilinenler dışında da harika müzikler olduğunu göstermek istiyoruz insanlara. Aynı pop müzikte olduğu gibi. Belki beğendiğiniz iki üç tane müzisyen vardır. Ama sonra birisi ile tanışırsınız, onun sevdiği bir müzisyeni de dinlemeye başlarsınız ya, klasik müzikteki besteciler de böyle. Tabii bazıları Mozart, bazıları Brahms, Bruckner sevecek ama belki de bir başkasından Penderecki ya da avangard müzik duyacaksınız ve bu çok önemli. BİFO ile yayımladığımız ikinci CD’ye de Music From the Machine Age adını vermiştik. Albümdeki eserler Türkiye’de çalınan eserlerden değildi ama buna rağmen çok başarılı oldu ve biz de anladık ki, eğer yeni eserleri iyi, düzgün bir şekilde çalarsak bu insanları heyecanlandıracak ve bu müziklere daha çok ilgi duymalarına yol açacak. O yüzden sürekli deniyoruz.

AM: Bu sezon hatta bir vurmalı çalgıcının solist olarak katılacağı bir program bile var.

SG: Evet. Evelyn Glennie çok özel bir müzisyen. Konserde kulakları duymayan bir müzisyenin bir senfoni orkestrası ile beraber sahne almasına tanık olacaksınız. Bu gerçekten çok özel bir deneyim. Glennie iyi duyamasa da, sahnede sadece yere bastığı çıplak ayaklarından gelen titreşimlerle müziği hissedecek. Bu fenomeni her müzikseverin tecrübe etmesini isterim. Vücutlarımızın frekanslarla nasıl bir ilişkisi olduğunu görmek ve duymak harika olacak. Ardından yine Amerika temamızın altında çellist Nicolas Altstaedt konseri olacak. Korngold, Bloch, Copland ve Bernstein çalacağız. Korngold’un Amerikan müziğine katkıları çok büyük. Kendisinin Nazi işgalinden kaçan bir Viyanalı olması da benim için önemli.

ZEYNEP HAMEDİ
ZEYNEP HAMEDİ

AM: Mahler maceranıza da devam ediyorsunuz bu sezon.

SG: Evet ediyoruz. Dinleyicilerimiz hâlâ Mahler’i sevip sevmemek arasında kararsızlar. Tabii bir orkestranın sound’unu geliştirebilmesi için düzenli olarak Mahler çalması şart. Çünkü Mahler müzisyenlerden en yüksek seviyede teknik beceri isteyen besteci belki de. Müzisyenler bir hayli zor eserleri orkestra ile uyum içerisinde çalmak zorundalar. O yüzden bence bir orkestra Mahler’i çok iyi seslendirebiliyorsa, o zaman gerçekten de çok üst seviyede bir orkestra demektir. Bu yüzden Mahler çalmaya devam ediyoruz. Onun ardından da Freddy Kempf gelecek. Gürer Aykal’ın yöneteceği konserde Saygun çalacaklar. Bu konser geçen sene ertelenmek zorunda kalınmıştı, o yüzden bu sene yapılacak olmasına çok seviniyorum. Hemen sonrasında da Takemitsu’lu bir konserimiz var.

AM: Bir de bütün bu başdöndürücü yenilikteki konserlerin dışında Buchbinder’in Beethoven Piyano Konçertoları serisi var.

SG: Evet. Buchbinder orkestrayı kendisi yönetecek. Bize bu proje ile ilgilenip ilgilenmeyeceğimizi sorduğunda hemen evet dedik. Bu hem orkestra hem de İstanbul dinleyicisi için harika bir tecrübe olacak. İstanbul’da beş Beethoven konçertosu ilk defa birlikte çalınacak. Hem de günümüzün en önde gelen Beethoven piyanistlerinden biri tarafından.

AM: Sizin opera yönetmeyi ne kadar sevdiğinizi de biliyoruz. Bu sene Norma’yı çalacaksınız.

SG: Norma’yı Leyla Gencer anısına çalacağız. İstanbul’da Norma gibi bir operayı çalabilecek olmak olağanüstü bir olay. Konsere gelecek olanların çoğu belki de Norma’yı daha önce hiç duymamış olacak. 2015-2016 sezonu bence bizim en renkli sezonumuz olacak. Klasik repertuvardan yeni müziklere kadar çok geniş bir yelpazede konserler gerçekleştireceğiz. Henüz programa girmeyen konserler de eklenecek. Geleceğiniz hemen hemen her konserde bambaşka bir atmosfer sizleri bekleyecek. Aslında ayda bir defa konsere gelerek adeta bir müzik tatiline gelmiş olacaksınız. Finlandiya’nın soğuğundan ve karanlığından, Amerika’nın ışıklarına, benim de doğum yerim olan Viyana’nın müzik tarihine kadar bir sürü şey... Yani İstanbul’da her ay dünyayı müziğin gözünden keşfedeceksiniz.

AM: İstanbul konserleriniz dışında turne planlarınız var mı?

AE: Evet. Bu sezon Şubat ayında bir Avrupa turnemiz olacak. Viyana, Frankfurt, Nürnberg gibi merkezlerde konserlerimiz var. Bu bizim ilk Avrupa turnemiz. Sascha Goetzel tabii ki orkestrayı yönetecek. İlk üç konserimizde solist Nemanja Radulovic ile Bruch’un Keman Konçertosu’nu seslendirecek. Dördüncü konserde ise solistimiz Vadim Repin olacak.

AM: Klasik müzik dünyasının merkezi giderek ABD’ye doğru kayıyor. Sizin ABD’de konser planlarınız var mı?

AE: Teklifler var. Aslında BBC Proms’da çaldığımız akşam iki tane büyük Amerikan şirketinden teklifler aldık. Muhteşem bir gündü. Konserden sonra resepsiyon için hazırlanırken e-postalarımı kontrol ettim ve iki tane büyük teklif gördüm. ABD’ye gitmeyi çok isteriz ancak o turnelerin maliyeti çok büyük. Konserleri düzenleyen şirketler seyahat masraflarını üstlenmiyor ve 120 kişinin seyahat maliyetlerini bizim karşılamamız gerekiyor. Amerika da çok büyük bir ülke. Sadece doğu yakasında bile kalsak New York Miami arası o kadar uzun bir mesafe ki, o tür bir turne çok büyük bir bütçe gerektiriyor. O yüzden şu anda zor ve biz de şimdilik Avrupa’da kalıp ileride karar vermeyi düşünüyoruz.

AM: BİFO’yu orta vadede “Avrupa’nın en çok gelecek vaat eden 10 orkestrası”, uzun vadede ise “Avrupa’nın en iyi 10 orkestrası” arasına sokma hedefleriniz vardı. Orkestranın şu anki durumunu bu bağlamda nerede görüyorsunuz? Uluslararası konserlerdeki (özellikle de PROMS) performanslarınız ile BİFO adından hayli bahsedilir bir orkestra haline geldi. Bundan sonrası için projeleriniz neler?

Zeynep Hamedi: Klasik müzikte bir orkestranın performans niteliği söz konusu olduğunda zaman gerçekten yavaş ilerliyor. Büyük bir senfonik topluluğun uluslararası standartlarda kabul edilebilir bir orkestraya dönüşmesi çok uzun zaman gerektiren süreç. Hedeflediğimiz klasmanda bulunan orkestraların geçmişi otuz-kırk yıldan, yüz yıla uzanıyor. Ama biz müzisyenlerimizin dinamizmi ve kalitesi, şeflerimiz ve ekibimizin çalışması ile on altı yılda BİFO’yu Türkiye’nin en iyi senfonik topluluklarından birine dönüştürdük; hatta en iyisi olduğu da söyleniyor. Gerek CD’lerimizin aldığı eleştiriler, gerek Salzburg ve BBC Proms konserimizin seyircide yarattığı coşku, tarihsel olarak Avrupa’nın klasik müzik haritasında pek yer alamayan bizler için kararlılığımızın ve çalışmalarımızın olumlu birer meyvesiydi. Kendi içinde hayli muhafazakâr kabul edilebilecek Avrupa klasik müzik dünyasında böyle bir başarı yakalamak gerçekten çok önemli. Bugün, Avrupa’nın ilk on, yirmi, otuz, kırk orkestrası içindeyiz gibi bir kategorizasyon yapmak bizim işimiz değil. Buna dinleyiciler ve müzik eleştirmenleri karar verecek. Bizim yapmamız gereken, kendimizi onlara daha çok duyurabilmek. Çünkü her müzik türünde olduğu gibi klasik müzikte de canlı performans çok önemli. Kayıtlar sizi tarihe bırakırken, performanslarınız izleyicinin belleğinde yer ediyor. Bunun görmenin mutluluğu tarif edilmez doğrusu. Bu yılki Avrupa turnemizle bu yönde de büyük bir adım atıyoruz. Dileğimiz zamanı hızlandırarak bu zorlu hedefleri gerçekleştirmek.

AM: Borusan Holding’in kültür ve sanat etkinlikleri arasında BİFO dışında daha çok öne çıkarmayı düşündüğünüz projeler yatırımlar ve ileriye dönük yeni fikirler var mı?

ZH: Borusan Holding kültür ve sanat alanındaki çalışmalarını Borusan Kocabıyık Vakfı aracılığıyla yürütüyor. Vakıf doğrudan eğitim, onun çatısı altındaki Borusan Sanat klasik müzik, Borusan Contemporary de görsel sanatlar alanında faaliyet gösteriyor. Eğitim zaten babamız Asım Kocabıyık’ın toplumun dönüşmesi ve uygarlaşması için en büyük öneme sahip kabul ettiği şeydi ve bu yöndeki çalışmaları biz de sahiplenip sürdürüyoruz. Yapılmış yatırımların sürekliliğini sağlamak, bizim için sürekli yeni bir şey yapmaktan daha önemli. Çünkü yaptıklarımızın kalıcı olmasını önemsiyoruz. Aynı şey Borusan Sanat ve Borusan Contemporary için de geçerli. Bu yüzden ilgili alanlardaki farklı çalışmaları onların çatısı altında topladık ve işlerimizi profesyonel ekiplerle yürütüyoruz. Genel olarak baktığımızda da aslında gayet geniş kapsamda hareket ediyoruz. Biraz önce de söylediğim gibi, önemli olan geleceği belli olmayan kısa vadeli projeler değil, yirmi yılı aşkın zamandır süren çalışmaların kalıcılığı, niteliğinin artırılması ve geleceğe bakabilmesi. Bu zaten Borusan Holding’in kurum felsefesinin de bir parçası. Holding de çok farklı alanlara dağılmak yerine faaliyet gösterdiği alanlarda en iyi, en modern ve profesyonel yönetilen şirketler oluşturma vizyonuna sahip. Bu vizyonun kültür alanındaki çalışmalarımıza yansıması da çok doğal. Bu doğrultuda biz de Borusan Kocabıyık Vakfı olarak faaliyetlerimizi dengeli bir şekilde ve ülkenin sosyal, ekonomik ve kültürel gerekliliklerini göz önünde bulundurarak yürüteceğiz.

Sayfayı Paylaş